1 Ekim 2008 Çarşamba

manara melekleri

Manara... Bütün gün beyninde yankılanan sözcük buydu. Güzel, unutulmamış bir kadının adı mıydı bu, ya da bir fahişenin? Belki de tenha bir balıkçı kasabasının adı. Hayır, ikisi de değil: ikinci sınıf bir ressamın adıydı bu: Manara.

Ona sorsalar Manara'nın bir ressam olduğunu söyleyemezdi. Bir grafiker derdi belki, ya da mizah dergilerinde erotik karikatürler çizen bir serseri. Ama işte bu gece Manara onun zihnini ve ruhunun derinliklerini gerçek bir sanatçı gibi kurcalıyordu. Manara'nın çizdiği kadınlar pornografik bir yayının yapacağı etkiden çok daha fazlasını yapıyordu. Tuvalette beş dakika baktıktan sonra basitçe çöpe atamıyordunuz bu kadınları. Bakışları adeta bilincinizin derinliklerine nüfuz ediyordu. Kalçalarındaki tek bir kıvrım en gizli, belki de en acımasız arzularınızı ortaya çıkaracak cinstendi.

O gün nostaljik Taormina kasabasını gezerken şöyle bir göz gezdirdiği Manara kitabının böyle büyük bir etki uyandıracağını nasıl bilebilirdi? Şu anda beş yıldızlı otelin asansör müziğiyle renklendirilmiş açık hava barında içkisi yudumlarken sanki Manara'nın kadınları da onunla birlikteydiler.

Bir sigara yaktı ve çevresine bakındı. Neyse ki hayalindeki bu kadınlarla boy ölçüşebilecek herhangi bir kadın yoktu etrafında. Şu an karısı ne yapıyordu acaba? Muhtemelen arkadaşının evinde geçirdiği tekdüze gecelerden sıkılmış, Taksim civarında bir yerde eğlenmeye çalışıyordu. Taksim... Daha bir hafta önce oradaydı ama bulunduğu otelin steril atmosferi Taksim'i uzak bir düş gibi çıkarıyordu karşısına. Tekrar eşini düşündü. Manara’nın kadınları gibi ufak bir etek giyip eğilmişti hayalinde ve gerçekten bu kadınlardan biri olabilecek denli güzeldi. Ancak gerçek sertti: Şu an eşi yanında yoktu. Görüntüsü aynı Taksim manzarası gibi bir düştü yalnızca. Çekici bir adam yalnızlığa ne kadar dayanabilir? Belki de bir kaçamak…

Etrafındaki eciş bücüş İtalyan kadınlarına baktığında rahat bir soluk aldı. Hayır, böyle bir kaçamağın vicdan azabıyla yüz yüze gelmek zorunda kalmayacaktı. İtalyan kadınları posterlerde ne kadar da güzellerdi. Tabi, posterlerde herkes güzeldir. Asla bir parçası olamayacağımız mükemmel bir hayat içerisinde, ebedi bir ışıkla çevrelenmiş olarak yaşarlar. Gün içerisinde kiliselerde gördüğü kutsal kadın resimlerini düşündü. Artık kimse bunlara prim vermiyordu. Neden mi? Çünkü geçmiş zamanın azizeleri artık billboardlara taşınmışlardı. Üstelik bir namus sembolü olmaları gerekmiyordu. Memelerinin veya popolarının bir parça gözükmesi o ulaşılmaz, kutsal ve ebedi imajlarından bir şey eksiltmiyordu.

Grappası bitmişti. Ayağa kalktığında biraz sersemledi. Sonra hatırladı. Önce sağ adım, sonra sol, sonra tekrar sağ. Bir masadan her sarhoş kalkışında, yürümeyi yeni baştan öğrenen bir bebek gibi hissediyordu kendini. Bu his hoşuna gitmiyor değildi. Salınarak otel odasına doğru yürümeye başladı. Karanlık havuzun yanından geçerken bir şey takıldı gözüne. Suyun içinde bir şeyler çırpınıyordu. Az yaklaştığında gözlerine inanamadı. Havuzun içinde olağanüstü güzellikte üç kadın çırılçıplak bir şekilde yüzüyordu. O yaklaştığında ürkerek havuzun diğer tarafına kaçıştılar. Etrafına bakındı, hiç kimse yoktu. Havuzdan kıkırdamalar duyuldu. Kadınlar yavaşça yüzerek ona yaklaştılar. İnanılmazdı. Biri sarışın, biri kumral, biri de kızıldı. Kumral olanı gülerek konuştu:

‘Sen miydin? Biz de bir yabancı sanmıştık.’

Siz…Siz beni tanıyor musunuz?

‘Peki sen?’ dedi sarışın olanı, ‘Sen Manara’yı tanıyor musun?’

Manara’nın ismini duyduğu anda damarlarında alkolden alev alev olmuş kanının bir anda buz kestiğini hissetti. Kızıl olan:

‘Sanırım biliyorsun.’ dedi. ‘Bizi Manara yolladı. Sadece senin için. Hiç kimse bilmeyecek. Manara ve biz, sır saklamak konusunda uzmanız.’

Yavaşça sudan çıkarak etrafını sardılar. Su damlaları çıplak bedenlerinden aşağı kayıyor, bazı damlalar göğüs uçlarında bir an duraksayıp sonra yere düşüyordu. Kum saati gibi mükemmel ölçülere sahiplerdi ve gözlerine baktığınızda herhangi bir sinsilik veya düşmanlık okuyamıyordunuz. Bu kadınların gözlerinden bir anne şefkati akıyordu adeta, takım elbisesini hızla çıkaran elleriyse doğum gününde en çok istediği hediyeyi almış olduğunu bilen bir kız çocuğunun hediye paketini açarkenki heyecanını taşıyordu. Karşı koymak imkansızdı. Üçü de onu paylaşarak, sabırla ve zevkle onunla karanlık havuzun köşesinde birlikte oldular. Kumral olanı konuştu:

‘Hala boşalmadın. Daha önce hiç senin gibi bir erkekle birlikte olmadım. Kendimi… Kendimi çok değerli hissediyorum.’ dedi. Sarışın olan:

‘Lütfen bizimle suya gel.’ dedi. ‘Bizle bir kez de suyun içinde birlikte ol. Sıvılarımız suya karışsın.’

Karşı koymak bir yana, adam bu anın sihrini ortadan kaldıracak tek bir davranıştan çekinerek, Manara’nın üç meleğiyle birlikte suya daldı. Sarışın olanla sırtını havuzun duvarına dayayıp birlikte olmaya başladı. Bu sırada kumral olanı havuzun kenarına oturup uzun bacaklarını onun omuzlarına doladı. Kızıl olan ortalıkta gözükmüyordu. Birden sol ayak bileğinde delici bir acı duydu. O anda kumral olan saçlarına tırnaklarını sapladı ve sarışın olan boynundan derin ve lezzetli bir ısırık aldı. Havuzu boydan boya kaplayan kırmızı renk bu karanlıkta bile seçiliyordu.

Sabahın erken saatinde havuz görevlisi bu vahşice ısırılıp emilmiş vücudu buldu. Üç kadının izi bile yoktu. Görevli havuzun kenarına bırakılmış ceketin cebinden adamın kimliğini çıkardı. Dudakları ses çıkarmadan hareket ederek şu ismi heceledi:Mi-lo Ma-na-ra.

transfer

Hale Efkan’a yemek hazırlarken parmağını kesti. Efkan Hale’nin acı aşkıydı ve Hale’nin gözünde hiçbir zaman dinmeyen bir acı vericiydi. Her zaman ecza dolabında hazır yara bandı bulundururdu. Kaza anı belli olmazdı. Hale yara bandını parmağına sarmadan önce kendi kanını emdi ve sonra plasteri parmağına sardı. Bu ufak eylem bile Hale’nin kafasını kurcalamaya yetti.

Ne güzeldi ki hayatın kaynağını yani kanını görebiliyordu. Kan hayatın kaynağıydı ama Hale için aşkın da kaynağıydı çünkü o her zaman Efkan için kanamıştı. Tuz da yara bandı görevi görüyordu. Nasıl yara bandı fiziksel yaralarını kapıyorsa, tuz da duygusal yaralarını kapardı. Bu metaforu daima sevdi Hale.

Efkan akşam sekiz buçukta gelecekti Hale’nin dairesine. Saat akşam altı buçuğu gösteriyordu. Mutfaktan tuzluğu aldı ve salonundaki ihtişamla hazırlanmış masanın üzerine koydu. Masa kafasında bıçaklanmış Şeytan figürlü çini porselenlerle süslenmişti. Efkan bu tabaklardan Hale’nin hazırladığı yemekleri yiyecekti.

“Aşk bir iblistir. İblis de aşkın Tanrısı” diye geçirdi içinden. “Ben en çok kanın içine tuz ektiğin zamanki tadı merak ediyordum.”

Yağmurlu ve rüzgarlı pazar sabahı Hale’nin uyuduğu yatağın yanı başında duran pencereyi hızlıca itti ve açtı. Hale’nin uçuşan saçları soğuktan titreyen vücuduyla ani paralellikler gösteriyordu. Üzerinde gözyaşlarının kuruduğu yastıktan kafasını kaldırıp camı kapadığında daha önce onun gözyaşlarını silen hiç kimse olmadığını fark etti. Ne yetenekli sevgilisi Efkan, ne de en yakın arkadaşı Fulya onu gözyaşlarından alıkoymuştu. İkisi de daha çok gözyaşı dökmesine sebep olmaktan başka bir işe yaramamışlardı. Zor da olsa bozuk ve yarı kırık pencereyi kapadı. Pencerenin kırık olmasına aldırış etmiyordu ki, Hale hayatı boyunca kırık şeylerle yaşamıştı.

Çalışma masasının üzerinde duran telefona uzun uzadıya baktı. Günlerdir telefon çalmadığı gibi Hale de hiç kimseyi aramıyordu. Dinlemekten ve öğüt vermekten bıkmıştı çünkü arkadaşları sadece kendi gereksiz sıkıntılarını anlatıyorlar, anlatıyorlar, anlatıyorlar fakat Hale’nin sıkıntılarını dinlemeyi es geçiyorlardı. Ciğerlerini yakan şeyin acı olduğunu çok iyi bildiğinden, acı kelimesini kendi ağzında heceledi: A-CI. Şeytan’ın onun üzerinde oynadığı küçük bir aşk oyunuydu bu ama Hale için fazlasıyla büyüktü.

Aynada kendine baktığında ona bakan yüzün kendi yüzü olmadığını farz ediyordu ancak her bir söylediği kelimenin senkronize bir biçimde aynada tekrarlanması onu çileden çıkarıyordu.

“Ne güzel bir oyun bu. Aynadaki kişi benim. Ama aslında değil. O kim hiç bilmiyorum.” diye geçirdi içinden. “Aşk bir iblistir ama Efkan bir iblis değil. Ondan da üstün.”

Yılların uykusundan uyanmışçasına yüzünü yıkadı. Yüz kere suyu yüzüne vurdu. Hale halen kış uykusundaydı. Uzun ve korkutucu bir aşkın sonunda yattığı fakat arada ayılmasına rağmen aslında halen derinliklerinde olduğu bir uyku.

***

Efkan küçük bir kafede yediği kahvaltısını bitirmişti. Efkan’ın arada bir elinin gittiği kahve Efkan’ın uzunca yağmuru seyretmesinden dolayı sıcaklığını yitirmişti. Garson kız yanına gelip ekstra bir şeyler isteyip istemediğini sordu fakat Efkan onu duymadı bile. Garson kız da anlayış gösterip onu derin düşüncelere daldıran yağmurdan alı koymak istemedi ve başka masalara yöneldi.

Efkan uzun bir soluk aldı ve fısıldadı:

“Ne güzel yağdırıyorsun Tanrım. Demek ki çok kibarsın. Çok teşekkür ederim.”

“Bir şey değil” diye yanıt verdi bir ses.

Efkan kafasını yağmurdan kendi önüne doğru çevirdiğinde Hale’yi karşısında otururken gördü. Yüzünde bir gülümseme belirmesine rağmen kuşkuluydu.

“Ama ben Tanrı’yla konuşuyordum” dedi. “Ama yine de iyi ki geldin”

“Sen aslında hep Tanrı’yla konuştuğunu varsayarsın Efkan ama Tanrı hiçbir zaman senle konuşmadı” diye yanıtladı Hale.

“Buna sen cevap veremezsin. Hem sen yine bir halüsinasyondan ibaretsin” dedi Efkan. “Sen her şeyi zaten hep bu yeteneğine yorarsın” diye atıldı Hale.

“Bu yetenek değil, hastalık Hale” diye yanıtladı Efkan.

Efkan Hale ile konuşup konuşmamak konusunda kararsızdı. Hale’nin bir halüsinasyon olduğunu bildiğinden ve şizofrenisini başkalarının görmesini istemediğinden masadan kalktı. Kasaya gitti ve hesabını ödedi. Arkasına baktığında Hale halen masada oturuyordu. Hale Efkan’a el salladı.

“Aşk bir iblistir Efkan. Ama sen bir iblis değilsin.”

Efkan Hale’nin bu lafına tiksinircesine karşılık verdi ve orta parmağını boş masaya salladı. Bir dış ses ona yaptığının çok kaba olduğunu söylediğinde şizofreni hastası bir adama bu tarz kabalıkların bir şey ifade etmediğini söyledi. Ancak ses ona şizofreninin bir hastalık değil, bir yetenek olduğunu söyledi. Başkalarının göremediklerini kendisinin görme yeteneği. Dış sesin Efkan’a önerisi başkalarının göremediklerini kendi kreasyonlarında kullanmasıydı.

Hale banyoda yüzünü yıkadıktan sonra annesinin ona masada bıraktığı kahvaltı tabağını gördü ancak canı bir lokma bir şey bile yemek istemiyordu. Hemen bir sigara yaktı ve dumanını üflemek yerine yuttu. Farklı bir şeyler yapmak istiyordu.

“Belki de bir kadeh şarap. Efkan’ın ekşi kanının tadı”

Kendine bir kadeh şarap koyup bir yudum aldı. Yüzünü buruşturdu.

“Neden bu kadar tatlı ki ? Acının tadı tatlı değildir.”

Mutfak tezgahında duran tuzu aldı ve bir miktar tuzu kadehinde duran şaraba ekti. Sonra bir yudum aldı. Çözüm getiremedi ve bütün şarabı kafasına dikti.

“İşte buymuş. Acının tadı böyle olmalıymış.” diyerek mutfağın etrafında dört dolanmaya başladı. Dolanırken bir yandan da Efkan’la planladıkları fakat hiçbir zaman gerçekleşememiş taslakları kafasında kurgulamaya başladı. Her fantezi gibi yeşil panjurlu bir ev ve bir sürü çocuk. Birbirlerinin yaralarını kanatarak ve kirli kanın akmasıyla birlikte zamanla iyileşmek.

Hale sadist duygularının esiriydi. Efkan’ı sürünürken görmek istiyordu. Kıskanıyordu Efkan’ı. Efkan ona en büyük zararı imgelemlerini söylemeyerek ve daima kendine saklayarak vermişti. Hale kendi ikilemini oluşturmuştu böylece. Efkan’ın ondan sakladığı bir boyut, bir evren ve o evrene kendisinin dahil olamaması. Ama Efkan’ın de acı çektiğinin de gayet iyi farkındaydı. Efkan halen yetenekli olduğunu değil, hasta olduğunu kabul ediyor fakat imgelemlerinden aldığı hazzın yok olmasını da istemiyordu. Hem Efkan hem de Hale ikilemlerle boğuşmaktan yorgun düşmüşlerdi ve derin uykuya çekilmişlerdi. Hale bir şeyi ölürcesine istiyordu. Efkan’la aynı durumda olmak.

Efkan’ın ehliyeti yoktu. Almaya niyeti yoktu. Hastalık olarak kabul ettiği imgelemleri araba kullanırken onun başına yeterince sorun açabilirdi. Bu yüzden araba kullanmaktan korkan Efkan otobüslerden şikayetçi de değildi.

Yanındaki boş koltuğa yaşlı bir kadın oturmak istedi. Efkan koltuğa baktığında Hale’yi görebiliyordu ancak biliyordu ki Hale aslen orada değil, onun için yemek hazırlıyordu. Bu sefer kaba davranmama kararı aldı ve kayarak kadına yer verdi. Kadının çekik gözleri açılmıştı. Efkan bu tuhaf bakışlara alışkınmış gibi davranmasına karşın hiç de alışık değildi. Hale yavaş yavaş imgelem olarak kaybolurken yaşlı kadının bakışları Efkan’ın sinirlerini ayağa kaldırıyordu.

Efkan bir dakika sonra üzerinde yoğun bir basınç hissetti. Bir anda beliren Hale’nin silüeti önce Efkan’ı oturduğu otobüs koltuğuna doğru itti fakat daha sonra kendine doğru çekti. Çekiş o kadar kuvvetliydi ki Efkan oturduğu koltuktan kalktı. Bu kalkış kendi isteminden çok uzaktı. Efkan asla Hale’nin niçin mesafeli, dargın, sinirli, üzgün ve acı dolu olduğunu daha önce anlayamamıştı. Ancak apaçık Hale’nin silüeti ona yalvarıyordu.

“Sen bunu bana geçirebilirsin. Bunu mümkün kılabilirsin. Aynı boyutta, aynı hayalle ve ilelebet senle… bunu yap Efkan!”

Efkan Hale’nin silüetiyle boğuşuyordu. Onu kendinden uzaklaştırmaya çalışırken, sık sık dengesini kaybediyordu hareket halindeki otobüsün içinde. Nefret ettiği bakılma duygusu artık umurunda değildi. Otobüsün bütün yolcuları Efkan’a bakıyor, ne yaptığına anlam getirmeye çalışıyorlardı. Onu seyreden küçük bir kız irkilip annesine sarıldı.

“Anne, bu adam hayaletle mi boğuşuyor ?”

“Sakın ona bakma. O deli…” diye yanıtladı annesi.

Kızın annesinin getirdiği açıklama bütün otobüste duyuldu. Bir an sonra Hale’nin silüeti kayboldu ve ani bir hareketle Efkan’ı koltuğuna doğru itti. Yeniden oturuyordu Efkan. Kan ter içinde kalmış vaziyette.

Hale’nin evinin hemen yakınlarındaki durakta indi. Onunla birlikte inen başkaları da vardı. Otobüse bakmak hiç istememesine rağmen cama vuran bir ses duydu ve refleks hareketi gibi bakmak durumunda kaldı. Ondan irkilen küçük kız ona el salladı. Efkan ona ancak sıcak bir gülümsemeyle cevap verebildi.

“Demek istediğin buydu Hale ? Bu kadar mı çok hevesliydin ?” diye geçirdi aklından.

Bu bir bulaşıcı hastalık değil, ne de bir virüs. Ama Efkan bu duygusal AIDS’i hangi yolla bulaştıracağını biliyordu. Hale’ye hediye almayı aklından geçirmemişti. Son anda hazırda bir hediyesinin olması onu memnun etti.

“Beni gördüğün anda aklına gelen ilk şeyi söyle” dedi Efkan.

“Aşk bir iblistir ama sen bir iblis değilsin” diye yanıtladı Hale.

“Aşk bir iblisse eğer ben de senin iblisinim” dedi Efkan. İşaret parmağını kapının eşiğine doğrulttu. “Ne görüyorsun ?”

“İblisi…hayır hayır aşkı görüyorum…hem iblisi hem aşkı, seni görüyorum” dedi Hale.

“Evet Hale. O benim işte”

“Artık ben de görüyorum” dedi Hale.

“Kapıya git ve ona sarıl o zaman. Sonra ona ne istediğini söyle.” diye emretti Efkan. Hale kapıya gitti. İblisin hep bir metafor olduğunu sanardı. Baktı ki kapının eşiğinde duran Efkan’dan başkası değil. Yanı başında duran Efkan’a bir kez daha baktı ve sonra kapı eşiğinde duran Efkan’a gitti. Sarıldı ve kulağına ne istediğini fısıldadı:

“Yeşil panjurlu bir ev ve kirli kan akan tuzlu yaralar”

alıntı: Burak Bayülgen

Rogue (Timsah: Nehrin Dişleri)

Timsahların anavatanından sürükleyici bir timsah saldırısı hikayesi… Wolf Creek’in Avustralyalı yönetmeninden Avustralya-ABD ortak yapımı bir korku filmi olan Rogue, onlarca örneği olan Jaws tipi filmler zincirinin sadece yeni bir halkası değil, oldukça heyecanlı ve etkili bir yapım. Oldukça etkili bir gerçekçiliğin yanında sinematografisi ile de son derece güzel gözüken Rogue’da kendimizi dünyanın fazla dokunulmamış sayılı güzelliklerinden olan Avustralya’nın vahşi ortamlarında buluyoruz. Özellikle dev timsahın sürekli seyircinin gözüne sokulmaması tansiyonu arttırırken, timsahın depo olarak kullandığı mağara örneğinde olduğu gibi etkileyici mekan tasarımı da Rogue’u benzerlerinden farklı kılıyor.

Pete McKell, yolu bu sefer Avustralya’ya düşmüş Amerikalı bir gezi yazarıdır. Pete, timsahların vahşi yaşamını görmek için turistik bir nehir gezisine katılmaya karar verir. Nehri gezdirmekle görevli Kate ve geziye katılan turistler için sorunsuz başlayan günde başlarına gelen tek can sıkıcı olay iki Avustralya’lı gencin küçük bir tekneyle kendilerini taciz etmesidir, ta ki Kate gördükleri işaret fişeğine doğru yol alıp kutsal bölgeye girene dek…

30 Eylül 2008 Salı

teyzemin kırgınlığı

Ailemi ben daha bebekken trafik kazasında kaybetmiştim.Teyzem bu acıdan sonra hiç evlenmemiş ve hayatını bana ve ağbime adamıştı.Karşılığında ise yaşamın gerçeği olan yalnızlığını almıştı.Önceleri çok sık aramamıza rağmen ağbiğim ve ben hayatımızın koşuşturmasına dalınca istemeyerek de olsa onu ihmal etmeye başlamıştık.. Telefondaki sesi kırgın da olsa bizi sevmekten ve yardımcı olmaktan hiç vaz geçmeyeceğini tekrarlayan teyzemin çok hasta olduğunu duyduğumuzda her şeyi bırakarak İzmir’e döndük .Bir yıldan fazla bir zamandır kendi imkanlarıyla hastalığıyla uğraşmış. Bizim düzenimizi bozmamak adına hayatını elinin tersiyle kenara iten teyzemi çeşmedeki yazlığımıza götürdüm.Doktorlar çok az bir zamanın kaldığını söylediklerinde onun için elimizden gelen her şeyi yapmaya karar verdik ama çok geç kalmıştık iki hafta içinde onu kaybettik.

Onun yokluğu bizi çok güçsüz bırakmıştı.Onun ölümünden sonra ona yapmamız gereken tüm görevlerimizi yapmış bir daha buralara dönmeme kararı almıştık.Bu nedenle Ağbim emlakçıya giderek yazlığın satışını çabuklaştırmak istedi.Teyzemin birkaç parça özel eşyasını yani manevi değeri olan eşyaları paketleyerek yattık.O gece sabaha karşı

Yaşamış olduğum olay benim şimdiye kadar öğrendiğim ya da tecrübe ettiğim hiçbir bilgiye uymuyordu. Olayı yaşadığım sabah neden ve nasıl olduğunu anlamadan birden sanki birisi tarafından uyandırılmışım gibi aniden uyandım. Sabahın çok erken saati olmasına rağmen böylesi bir heyecanla yataktan kalmamın bir anlamı yoktu.içimden bir ses sanki bir şeylere hazır olmam için beni uyarıyordu.Balkona çıkarak güneşin doğuşunu seyrederken birden

Etrafım gri bir bulutla sarılmıştı ne hareket edebiliyor nede bağırabiliyordum. Adeta donmuştum teyzem karşımda duruyordu yüzündeki ifade hem kırgın hem de kızgın gibiydi .İçimden teyzem artık yok diye düşündüğümde beynimin içinde şu sözcükler yankılandı.Ben yok olmadım yalnızca öldüm.Bütün izlerimi silmek için bu kadar acele etmeniz neden dedi.Hemen akabinde ağbinin yardıma ihtiyacı var diyerek elini ağbimin yattığı odaya doğru uzattı ve duman gibi dağılarak yok oldu.Kendime geldiğimde olanları anlamak için mantığımı zorluyordum.Birkaç saniye uyumuş böyle bir kabus mu görmüştüm..Balkondan ağbimin odasına yaklaştığımda odadan boğuk sesler geldiğini duyarak koşarak kapıyı açtım.Yatağın köşesine sıkışan ağbim nefes almakta zorlanıyordu gözleri yuvalarından dışarı çıkarcasına açılmıştı.Çığlıklarıma koşan komşuların yardımı ile hastaneye yetiştirdiğimiz ağbim ağır bir astım krizi geçiriyordu mutlak bir ölümden kurtulan ağbime olanları anlattım ve evin satışından vaz geçtik.Yedi yıldır işlerimiz ne kadar yoğun olursa olsun çeşmedeki yazlıkta bir ay kalarak bir yerlerde yaşadığına inandığımız teyzemize izlerini yaşatmak için elimizden geleni yaptığımızı anlatmaya çalışıyoruz.. Yaşamımızın en büyük gizemini yaşatan teyzemiz neden ve nasıl bana ulaşmış bu acı olayı önceden görmemi sağlamıştı.Bunların cevabını ebetteki hiç bir zaman alamayacağım.İstediğimiz kadar bilimsellikten bahsedelim madde ve mana dünyaları iç içe yaşamın içinde yerini almaya devam ediyor

iyi saatte olsun

Karabasanlar hakkında hepimiz az çok bir seyler biliyoruz.buralarda okuduğum kadarıyla çok yemekten yorgunluktan vs.şeylerden olması daha muhtemelmiş.ama bugün saat 11.00 gibi basımdan gecen karabasan olayını anlatmak ve bilgi vermek istiyorum.gece 11 00 gibi yattım hersey yolunda idi.derken bi rüya görmeye basladım.arkadaslarımla piknikteyiz ama bunların hiçbirini tanımıyorum kel kafalı iri gözlü 3 5 kişi aralarında konuşuyolar hemde bağırarak derken içlerinden biri ani bi hareketle kafama poşet geçirip sıkmaya basladı.nefes alamıyordum.o an uykuyla uyanıklık arası nasıl oldu bilmiyorum ama sağ elimle ona dokunup hafişfce yumruk atmaya basladım teni sanki buz gibiydi hissettim ve gözlerimi araladığımda tabii uyanmak istiyorum ama nefes alamıyorum yemin ederim cini gördüm yorganın altından kabartısı belli, oluyoodu sonra hafice süzüldü beyaz pamuk yumağı biçimsiz bir seydi ben uykuyla uyanılklık arasındayım hale nefes alamıyordum ve içimden o an nas suresini okumaya basladım yemin ederim çığlık atarak kaçtı hemen uyandım kabus muydu diye baktım ama yorganım yere düşmüştü terlemiştim korkudan şu an uyuyamıyorum ve ellerim halen titriyo bu anlattıklatrım doğru arkadaslar sakın rüyaydı demeyin çünkü herseyin farkındaydım saatimin tiktaklarını bile duyuyodum.

şeytan

Yil 1994 temmuz ayi cumartesi aksami.. Ben ve kardesim o aksam yemek yiyorduk ve aniden zil çaldi, kapiyi annem açti.Kapida olan kisiler arkadaslarimdi ve bizi asagiya çagiriyorlardi saat 10.00'na geliyordu sofradan kalkar kalkmaz asagiya indik arkadaslarimizla her gece korkunç hikayeler anlatirdik, (Gece dedim çünkü sabahlara kadar oturur hikayeler anlatir oyun oynardik) her kafadan bir hikaye çikardi ortaya ama birbirimizi korkutmak için yaris yapardik.O aksam herkez hikayesini anlattiktan sonra oyun oynamaya karar verdik, o zamanlar 11 yasindaydim ve saklanbaç oynamayi çok seviyordum. Ebe saymaya basladiginda herkes yerini almisti ve bende, tabiki ben o anki olacak olaylardan haberdar degildim, kim bilirdiki seytani karsimda görecegimi neyse konuya geçelim ben yerimde ebenin saymayi bitirmesini bekliyordum ebenin saydigi binanin yan tarafindaydim ebebin saymasi bitmedigi için sikintiya girmistim o, an arkami dönmemle dona kalmam bir olmustu simdi seytanla karsikarsiyaydim o herkesin bildigi gördügü bir tipten degildi (tabiki görenler için..) 2 metre boyu,yumrugum kadar iri ve kipkirmizi gözleri çatal biçiminde uzun asasi 2 adet iri buynuzlari ve üstünde siyah birseyi vardi ama ayaklari yoktu evet yanlis okumadiniz ayaklari yoktu adeta uçuyordu o, anda vücudum çözülü vermisti hemen bahçenin ortasindaki kuyunun arkasina saklanmistim ebe agladigimi duyunca hemen arkadaslara haber verdi bu seytani yakin arkadasimda görmüs ve oda çok korkmustu. (ismini vermeyecegim.) Ve bu olaylardan sonra her pisligin yaninda cinlerin olduguna saitlik ettim. Ertesi sabah seytani gördügüm yere geldik orada bulunan ev bombostu evin içinde bir el vardi ve sanki el bizi seyrdiyordu önce inanmadik sonrada banyoda gördük ev zemin kattaydi banyonun penceresinden içeri yumurta kartonu attik ve karton geri geldi ve bu olay bi kaç defa gerçeklesti ne zaman oraya gitsek üst kattakilerin kizini yerde baygin buluyorduk ve bu olaydan sonra bisey farkettimki ne zaman korkunç hikayeler anlatsak ozaman kötü seyler oluyordu ama anlatmayida seviyorduk. Bu yüzden siz siz olun sakin korkunç seylerden bahsetmeyin eger cinlerden bahsedecekseniz kötü varliklar diye konusun, bunu sakin unutmayin...

ruh

Öncelikle merhaba demem gerekiyor sanirim. Size yazacagim olay teyzamin basindan geçmistir. Benim bütün teyzelerimin basindan böyle seyler geçmistir hepsini yazmak isterdim ama sadece bir kaç tanesini yazacagim. Bir gün Ankara'ya gittigimde teyzemlerde kalmistim ben teyzem ve 2 kuzenim. Teyzem böyle seyleri konusmamizi istemiyordu ama biz yinede konusuyorduk. Kuzenim teyzemin (onun annesi oluyor) basindan geçen bir olayi anlatiyordu. Vede sunu belirtmem gerek bu teyzem böyle seylerden hiç korkmaz yine sorarsin hiç ürkmedin mi diye hayir der. Yani gecenin 3 ünde yatirlariyla ünlü bi köyde disari çikma cesareti bile gösteriyor. Açikca söylemek gerekirse ben asla çikamazdim. Herneyse benim ölen bi kuzenim daha vardi. Ben hiç görmedim onu çünkü ya dogmamistim yada 1 yasinda bile degildim. Bir gün teyzem onun ölümünden sonra gece yataginda onu düsünmeye baslamis öbür tarafta nasil acaba? Diye kendi kendine soruyor ve agliyrmus her gece oluyormus bu her gece istemeden agliyormus. Bir gece yine onu düsünürken (normal olarak gözleri kapali) bir kararti fark etmis ve gözlerini açmis karsisinda ölen kuzenim duruyormus. Bir süre teyzeme gülerek bakmis ve el sallayip gitmis. Sonra teyzem anlamiski öbür tarafta mutlu. O günden sonra hiç düsünmemis onu. Vede sadece kuzenim annesine yani benim diger teyzeme anlatmis bunu vede o 2 kuzenimde gizli gizli dinlemisler. Vede bana anlattilar. Haa aklima gelmisken bu teyzemin basindan bir olay daha geçmis. Yine gece tuvalete gitmis sonra odasina geldiginde bi dedenin teyzemin sandiktaki geceligini giydigini görmüs sonra teyzem 'kisa gelmis dur çikarda uzatayim'demis ve egilmis geceligin ucuna sonra dede kaybolmus elbisede yere düsmüs. Aslinda bu anlatiklari bana biraz saçma geldi ama teyzem dogru oldugunu söylüyor (bizim israrimiz üzerine anlatmisti bunu). Zaten teyzemin yalan söyleyecegini sanmam. O gece 2 kuzenimle beraber hiç uyuyamadik çünkü hepside dogruydu bu anlatilanlarindan sonra uyurken hep tikirtilar duyduk vede sesler. Ama sabah kalktigimizda komik geldi çünkü hepimiz korktugmuzda psikolojik olarak böyle seyler uydurabiliriz yada bazi esyalari ruha cine cadiya falan benzetebiliriz. Yazacagim o kadar çok sey varki artik onlari da baska yazilarimda sizlere aktaririm.

lisede korku..

Bir Lise Yapılmış.Bu Lisenin Yapıldığı yerde önceden bir mezarlık varmış.Burada Ki mezarların taşları yok olmuş ve mezarlık görünmediği için oraya lise yapılmış.Yapılan bu lise açılmış.Ve eğitim başlamış 5 sene sonra da duvarlarda deprem olmadığı halde boyalar dökülmüş ve duvar kıpkırmızı olmuş.ve belirgin olmayan bir kaç resim görülmeye başlanmış.okul müdürü duvarı boyatmış.1 ay sonra liseler arası yapılan bir maça giden liseliler maç bitince arabalardan lisenin yanında inmişler ve liseli öğrenci okula bir bakmış okulda bir ışık gidip geliyormuş.ve bu öğrenci diğer arkadaşlarını uyarmış.arkadaşları bakmadan önce bununla dalga geçmişler.ve okula baktıklarında okulda gerçekten bir ışık varmış.okuldan kahkaha sesleri geliyormuş.ve okul bekçisini çağırmış liseliler.bekçi kapıyı açtığında okulun duvarları tamamen kırmızı ve yerlere iskeletler varmış (kuru kafalar vb.)Okuldan çığlık çığlığa kaçan öğrenciler korkudan dilleri tutulmuş Tongue.Ve Okulda Sadece hırsız varmış.Bu arada soracaksınız iskelet kafaları vb ne ozaman die?hırsızlar okulun fen labaratuarına girmişler ve kırıp dökmüşler dökülenleride koridora atmışlar labaratuardaki boyalarıda duvara fırlatmışlar.

18 Eylül 2008 Perşembe

ilginç bir ölüm

Dünyada, kayıtlara geçmiş en ilginç gerçekleşen ölüm; çok ilginç ,
>üstelik
>yakın tarihten. 1996 yılı.
>
>Bizde olduğu gibi Yunanistan da yaz döneminde orman yangınlarıyla
>boğuşuyordu. Yunanistan itfaiye ekibi büyük bir yangını söndürmüşler ama
>oldukça geniş bir alanı da kurtaramamışlardı. Yangın sonrasi uzmanlar,
>yanan alanda araştırma yaparken, gördükleri karşısında küçük dillerini
>yutarlar. Görünen, denizden bir kaç kilometre uzakta ve yüksekte olmasına
>karşın yanmış bir balıkadamdır. Snorkeli ve zıpkını da elindedir üstelik.
>
>Sen, balık avlamak için denize dal ...
>
>Sonra bir yangın söndürme helikopteri, gelip seni çeksin ve yangının
>üzerine bıraksın...............
Kaynak:
http://www.pc-turk.com/forum/dunyada-kayitlara-gecmis-en-ilginc-gerceklesen-olum-t9805.0.html

31 Ağustos 2008 Pazar

asıl korku budur

odanıza gidin.yanınızda bir ayna olsun.eğer odanızda boy aynası varsa daha iyi ama normal boyutlu bir banyo aynasıda olur.hiç ses olmiyacak odada.odanın ışklarını kapatın 1 dk falan karanlıkta oturun sonra,odanızdaki aynanın önüne sandalye koyun.biraz gevşeyin.sonra arka üstünüzden gelcek şekilde loş bir ışık bulun, yakın ve aynanın önüne oturun arkanızdaki duvarda neler göreceğinizi hayal bile edemezsiniz.bişeyler görmeye başlayınca hemen kalkmaya çalışın.hemen kalkamadığınızı görüceksiniz.bunun için o aynanın başına hemen kalkıcam hemen kalkıcam diye kendinizi şartlandırarak oturun çabuk kalkamazsanız kafayı üşütme oranınız baya yüksek

Kaynak: gerçek korku

10 Ağustos 2008 Pazar

küçük kız

Bir kadın evde tek başına yatıyormuş.O kadar çok hastaymış ki kalkıp telefona bile uzanamıyormuş, eşini aramak için.


Doktor o sırada hastahaneden evine yeni dönmüş.Bir çay yapmış kendine ve balkondan yağan yağmuru seyrediyormuş.Sokakta koşan 6-7 yaşlarında ki ufak kıza takılmış gözü.Ufak kız apartmana girmiş ve doktorun kapısını çalmış.Doktor şaşkınlıkla kapıyı açmış, karşısında üstü yağan yağmurdan sırıl sıklam olmuş ufak bir kız çocuğu duruyormuş.Doktorun sormasına izin vermden ufak kız çocuğu hemen söze atılır ve

" Doktor Bey, annem çok hasta ölmek üzere, hemen gitmemiz gerek" der.

Tutar doktorun elinden ve eve götürür. Kapı çalar, kadın güçlükle yataktan kalkar ve kapıyı açar. Ufak kız ortadan kaybolmuştur. Doktor şaşırır, hasta kadına "Ben doktorum der. Ve içeri girip ilk muayenesini yapar. Kadın doktoru eşi gönderdi sanır. Fakat şaşkındır, nasıl haberi olmuştu? Biraz konuşucak gücü bulunca doktora sorar:

"Buraya nasıl geldiniz? der. Doktor olanları bir bir anlatır.Siyah kazaklı,kırmızı etekli ufak esmer bir kız beni getirdi, kızınızmış der. Kadın yorgun bedenini zorla yataktan kaldırır ve evet kızımdı der.


Köşedeki sandığı açar ve kızının kıyafetlerini oradan çıkarır. Sırılsıklam olmuştur elbiseler. Ve kadın kazağa sarılıp koklayarak ağlamaya başlar. 2 sene önce ağır bir hastalıktan öldü kızım der. Hasta kadın, ıslak elbiselere sarıllır ve " Teşekkürler kızım " der....

8 Ağustos 2008 Cuma

korku vadisi

Bu olay 3 Ekim 2003 tarihinde gerçekleşti.Aşağıda anlatılanlar tamamen doğrudur!!! O gün benim doğum günümdü...Çağırdığım arkadaşlarımın gelmesini bekliyordum.İlk en iyi arkadaşım geldi(adını vermiyeceğim)sonra birlikte diğer arkadaşlarımın gelmesini bekledik. Herkez geldi ve bilgisayar oynuyacaktık.Her doğum günümde olduğu gibi annem evden gitti. Oyunumuz bitti ve arkadaşlarımın getirdiği hediyeleri açcaktım.Ondan önce arkadaşlarımdan biri hemen ortaya atıldı.Bence kimse yokken ruh çağıralım dedi.Bende arkadaşlarıma danıştım olur dediler.Aramızdan biri ruh diye bir şey yok dedi.Ama oda katılmak zorunda kaldı.Kimin ruhunu çağıralım diye düşündük.Kafadan birini attık ve geldi.Ruh sapık çıktı kız arkadışıma bazı sözler söyledi: *Senle yatıcam rüyana giricem.Sana tecavüz edicem bir daha rüyandan hiç çıkmayacağım. sen uyumak istemiycen her yerde artık beni görücen... sonra direk kız ortadan kalktı ve inanmayan arkadaşım bizim söylediğimizi sandı.Gülerek kalktı.Sonra pastayı yedik,hediyeleri açtım ve dışarı çıktık.Kız arkadaşım korkuyodu dışarıya çıktık ve gene o ruh geldi biz ruhu göremiyorduk ama gözüm önünde kız arkadaşım delirmiş gibi üzerime gelme diyordu.Sonra annem geldi olanları anlattık kız arkadaşım bir gün bizde kaldı.O benim yatağımda yatıyordu bende salonda.Gece 4 gibi bağırmaya başladı uyandırmaya çalıştık uyanmıyordu.En son bende cevşen vardı ve ona taktık üzerine su dök- tük uyandı rüyasında gene o ruhu görmüş ve ben gelmişim ona yardım etmişim... Bir daha ruh çağırmadık

mezarlık

" birgün eve gitmek için mezarlıktan geçmem gerkti vakit oldukca geçti arkadaşım demirkanla yürürken birden korkunç bi ses geldi tabiki merak ve korku karışık bi şekil de sesin kime ait oldunu öğrenmek için yolumuzu değiştirip mezarlığın içine doğru iyiden iyiye ilerledik ve gördüğümüz şey karşısında dehşete kapıldık iki kişi yada ikitane tanımlayamadığımız cisim sanki tartışıyordu bizi görünce bir anda kayboldular bizde o korkuyla kaçmaya başladık mezarlıktan çıkmamıza yüz yüzelli metre kala önümüzüde belirdiler bizi alıb bulunduğumuz yerden çok daha uzak biryere götürdüler ve ayıldıgımızda bir mağranın içindeidik negariptiki hiç birşeyimiz yok diye sevinirken ogünden sonra sürekli cinleri ve ölüleri (görmeye ve duymaya) başladık "VE O GÜNDEN SONRA BİRDAHA MEZARLIKLARA GECELERİ ASLA UĞRAMADIK O GECE SON OLDU "

4 Ağustos 2008 Pazartesi

300 milyon cin turkiyede

Türkiye'de tam 300 milyon cin var

var olup olmadıkları hala daha tartısılan cinler hakkındailginç bir iddia ortaya atıldı arastırmacı Engin KURTAY, bir dergiye verdiği ropörtajda turkiyede 300 milyon cin oldugunu soyledi hemde bunların 72 milyonu istanbulda imiş

işte semt semt istanbul cinleri

b çekmece; burdakı cinler muslumandır genelde huzursuzluk ve geçimsizlik yaratıyorlar


k çekmece her dinden cin var kadınlarda sogukluk yaratıyorlar

g osmanpasa burdakılerde musluman burdakılerın ozellıkleri dedikodu,haber tasıma ve vesvele yapma

etiler-tarabya genelde satanıst cinler yasıyor insanları gunah işlemeye tesvik ediyor sapık ilişkileri normalmiş gibi gosteriyorlar

ortakoy dinsiz cinler bu bolgede yasıyor etkileri cin çarpması yaratmak

bağcılar en kotü cinler bu bolgede coğunlukla satanıst ve gayrımuslım genelde insanları tacız edıyorlar

kadıkoy hristiyan ve musluman cinler esıt sayıda denebilir insanlarda bayılma ,korku,kulağa ses gelme durumları yaratıyorlar haberiniz olsun.....

28 Temmuz 2008 Pazartesi

satanizm nedir

Satanizm, şeytanı kutsal bir varlık olarak yücelten ve ona tapmayı emreden din. Bazı akımlarında tanrının ya da şeytanın varlığına inanılmaz ancak şeytani değerler yüceltilir.

Satanist akımlar başlıca iki grupta incelenebilir: Laveyan Satanizm ve Teistik Satanizm. Bunun dışında Antik Mısır tanrılarından Set'e atfen oluşturulmuş Setianizm'de zaman zaman Satanizm'e dahil edilse de Set Tapınağı din adamları bu iddiaları reddeder. Satanist olup olmadığı tartışmalı olan bir başka grupta Yezidilerdir.

8 Temmuz 2008 Salı

davetlerden önce 1 kez daha düşünün

Merhabalar. Sizlerle bunda 18 yıl önce liseye giderken arkadaşlarımla beraber yaptığımız bir daveti ve sonrasında yaşadıklarımızı anlatmak istiyorum.
O zamanlar ilk yarı yıl tatili yaklaşıyordu. Dersler boş geçtiği için çoğumuz okulu kırıyorduk. 6 arkadaş birinin evinde toplandık 4 kız 2 erkek olarak. Arkadaşımızın annesi bizi rahatsız etmemek için başka bir yere gitti. Ev bize kaldı. Bir süre muhabbetten sonra konu filmlere oradanda ruh çağırma olaylerına geldi. Daha önce İran’da yaşamış ama Türkiye’ye yerleşmiş olan Gita adındaki arkadaşımız bize nasıl ruh çağırılacağını orada insanların yaptığını ve herşeyi sorup cevabını alabileceğimizi söyledi. Ben bu işlerle ilgilenmeme rağmen arkadaşlarım bilmediği için işi makaraya aldım.Diğer arkadaşımda aynı benim gibi yaparak işi şakaya vurdu. Fakat kızlar illaki yapalım diye ısrar edince tamam dedik.
Gita’nın istediği malzemeler masaya kondu(davet yöntemini anlatmayacağım). Hepimiz masanın etrafına oturup el ele tutuştuk. Gita bazı şeyler söyleyip daha önce hazırladığımız malzemelerle davete başladı.
Biz tabi hala işi şakaya vuruyoruz. Derken bir sessizlik çöktü üstümüze. Herkes el ele tutuşmuş sanki ağılaşmıştı. Ama kızlardan bazıları resmen titriyordu. Yaklaşık yarım saat sonra masanın ortasında duran ayna sanki kararmaya başladı. herkes biribirine bakıp “tansiyonum falanmı düştü “diye düşündü. Daha sonra aynada resmen dumanlar belirmeye başladı. Bu arada çığlıklar koptu tabi. Ama Gita seansı bırakırsak başımıza bela olacağını söyleyip devam etmemezi sağladı. Aynada birimiz dışında hepimiz dumana benzer görüntü görüyorduk. Yanlız ev sahibi olan arkadaşımız gülmeye başladı. Öyle bir gülüyorduki biz aklını kaçırdı dedik. Herkeste renk bembeyaz oldu. Bize ya gele gele bu çocukmu geldi diyince bizde iyice film koptu. O aynada bir çocuk görüp duyuyordu ama biz sadece duman görüyorduk.
sonra konuşmaya başladı onunla. Adın ne ? Ben hangi okula gidiyorum? Tayfun beni seviyor mu ? falan.
Yanındaki kıza dönüp baban iş için İzmire gidecek bu akşam dedi. Kız dondu kaldı. Bana kimyadan zayıf alacaksın dedi. Kısaca herkese bişeyler söyledi. Sonrada şimdi gidecekmiş ama sonra yine gelecekmiş dedi ve seans bitti. Hepimiz şok olmuş bir vaziyette “ya sen bizi kandırdın değilmi” falan dedik. O da bir sürü yeminler etti çok eğlendiğini anlattı.
Sabah okulda buluştuk. Kız arkadaşımızdan biri “Babam akşam iş için İzmire gitti “deyince şok olduk. Ben o gün kimya sınavından zayıf aldığımı öğrendim .Diğer söylediği şeylerde çıktı. Bu sefer biz ona yalvarmaya başladık bir daha çağıralım diye. Onbeş gün sonra aynı grup yeniden çağırdık. Ama ilginç olan sadece soruları o sorarsa varlık cevap veriyordu. Seanslar böyle devam etti. Biz Sınıftaki diğer arkadaşlardan iyice kopmuştuk. Her fırsatta ne soracağız ne yapıcağız diye toplanıp düşünüyorduk. Birkaç seans sonra varlık beni ve bir arkadaşımızı bundan sonra seanslarda olmamızı istemedi. Sebebini hiç söylemedi. Birkaç ay sonra diğer arkadaşlarımızıda istemedi ve seans yapma olayımız bitti. Ancak O arkadaşımız sürekli görüşüyordu. Hatta o varlığın sürekli onun yanında olduğunu ve onu koruduğunu söylüyordu. Kızın bakması yürümesi değişmişti sanki. Bir gün dersin ortasında kalkıp yandki çocuğa “sen benim için nasıl böyle düşünürsün “dedi ve saldırdı. Çocuğun hiçbişeyden haberi yoktu. Disipline verdiler ve uyarı aldı. Yine birgün dersini yapmadı diye öğretmen ona kızdı. O da öğretmene ” Akşam kocan eve gelmedi diye hırsını benden mi alıyorsun” dedi. Öğretmen dondu kaldı. Yine disipline verdiler. Bir hafta uzaklaştırma cezası aldı. Döndüğünde tamamen değişmişti. Hiç kimseyle konuşmuyordu. Sadece boşboş oturuyordu. Ailesini okula çağırdılar ve konuştular. Psikolğa ***ürdüler. Daha kötü oldu. En kötüsüde bizi düşman ilan etti. İnsanların sırlarını açığa çıkarmaya başladı: Herkes ondan nefret ediyordu. Birgün siz bu servise binin hepinize soracam dedi. Yolda servisin tekerleği patladı duvara çarptık. Birkaç kişi hafif yaralandı. O kız sanki tam bir şeytan olmuştu. O zamanlar öğrendiğimeze göre evde anne ve babasınada böyle tehditler savurup korkutuyormuş. Aileside çaresiz kalmış. Doktorlar bir çare bulamamış. Okulun kapanmasına birkaç gün kala ailesi okuldan kaydını aldı. Taşınıyorlarmış. Zaten okulada gelmiyordu o aralar. Sebebini ve onu sorduğumuzda annesi “Geçen gece bu akşam ben uçacağım bana o zaman inanacaksınız” dediğini ve üçüncü kattan aşağı atladığını bacaklarının ve kollarının kırıldığını herkesin dilline düştüklerini o yüzdende taşındıklarını söyledi.
İşte birebir yaşadığım bir olay. Arkadaşımın şimdi nerede ve ne yaptığını bilmiyorum.
Davet yapmadan önce bir kez daha düşünün