1 Ekim 2008 Çarşamba

manara melekleri

Manara... Bütün gün beyninde yankılanan sözcük buydu. Güzel, unutulmamış bir kadının adı mıydı bu, ya da bir fahişenin? Belki de tenha bir balıkçı kasabasının adı. Hayır, ikisi de değil: ikinci sınıf bir ressamın adıydı bu: Manara.

Ona sorsalar Manara'nın bir ressam olduğunu söyleyemezdi. Bir grafiker derdi belki, ya da mizah dergilerinde erotik karikatürler çizen bir serseri. Ama işte bu gece Manara onun zihnini ve ruhunun derinliklerini gerçek bir sanatçı gibi kurcalıyordu. Manara'nın çizdiği kadınlar pornografik bir yayının yapacağı etkiden çok daha fazlasını yapıyordu. Tuvalette beş dakika baktıktan sonra basitçe çöpe atamıyordunuz bu kadınları. Bakışları adeta bilincinizin derinliklerine nüfuz ediyordu. Kalçalarındaki tek bir kıvrım en gizli, belki de en acımasız arzularınızı ortaya çıkaracak cinstendi.

O gün nostaljik Taormina kasabasını gezerken şöyle bir göz gezdirdiği Manara kitabının böyle büyük bir etki uyandıracağını nasıl bilebilirdi? Şu anda beş yıldızlı otelin asansör müziğiyle renklendirilmiş açık hava barında içkisi yudumlarken sanki Manara'nın kadınları da onunla birlikteydiler.

Bir sigara yaktı ve çevresine bakındı. Neyse ki hayalindeki bu kadınlarla boy ölçüşebilecek herhangi bir kadın yoktu etrafında. Şu an karısı ne yapıyordu acaba? Muhtemelen arkadaşının evinde geçirdiği tekdüze gecelerden sıkılmış, Taksim civarında bir yerde eğlenmeye çalışıyordu. Taksim... Daha bir hafta önce oradaydı ama bulunduğu otelin steril atmosferi Taksim'i uzak bir düş gibi çıkarıyordu karşısına. Tekrar eşini düşündü. Manara’nın kadınları gibi ufak bir etek giyip eğilmişti hayalinde ve gerçekten bu kadınlardan biri olabilecek denli güzeldi. Ancak gerçek sertti: Şu an eşi yanında yoktu. Görüntüsü aynı Taksim manzarası gibi bir düştü yalnızca. Çekici bir adam yalnızlığa ne kadar dayanabilir? Belki de bir kaçamak…

Etrafındaki eciş bücüş İtalyan kadınlarına baktığında rahat bir soluk aldı. Hayır, böyle bir kaçamağın vicdan azabıyla yüz yüze gelmek zorunda kalmayacaktı. İtalyan kadınları posterlerde ne kadar da güzellerdi. Tabi, posterlerde herkes güzeldir. Asla bir parçası olamayacağımız mükemmel bir hayat içerisinde, ebedi bir ışıkla çevrelenmiş olarak yaşarlar. Gün içerisinde kiliselerde gördüğü kutsal kadın resimlerini düşündü. Artık kimse bunlara prim vermiyordu. Neden mi? Çünkü geçmiş zamanın azizeleri artık billboardlara taşınmışlardı. Üstelik bir namus sembolü olmaları gerekmiyordu. Memelerinin veya popolarının bir parça gözükmesi o ulaşılmaz, kutsal ve ebedi imajlarından bir şey eksiltmiyordu.

Grappası bitmişti. Ayağa kalktığında biraz sersemledi. Sonra hatırladı. Önce sağ adım, sonra sol, sonra tekrar sağ. Bir masadan her sarhoş kalkışında, yürümeyi yeni baştan öğrenen bir bebek gibi hissediyordu kendini. Bu his hoşuna gitmiyor değildi. Salınarak otel odasına doğru yürümeye başladı. Karanlık havuzun yanından geçerken bir şey takıldı gözüne. Suyun içinde bir şeyler çırpınıyordu. Az yaklaştığında gözlerine inanamadı. Havuzun içinde olağanüstü güzellikte üç kadın çırılçıplak bir şekilde yüzüyordu. O yaklaştığında ürkerek havuzun diğer tarafına kaçıştılar. Etrafına bakındı, hiç kimse yoktu. Havuzdan kıkırdamalar duyuldu. Kadınlar yavaşça yüzerek ona yaklaştılar. İnanılmazdı. Biri sarışın, biri kumral, biri de kızıldı. Kumral olanı gülerek konuştu:

‘Sen miydin? Biz de bir yabancı sanmıştık.’

Siz…Siz beni tanıyor musunuz?

‘Peki sen?’ dedi sarışın olanı, ‘Sen Manara’yı tanıyor musun?’

Manara’nın ismini duyduğu anda damarlarında alkolden alev alev olmuş kanının bir anda buz kestiğini hissetti. Kızıl olan:

‘Sanırım biliyorsun.’ dedi. ‘Bizi Manara yolladı. Sadece senin için. Hiç kimse bilmeyecek. Manara ve biz, sır saklamak konusunda uzmanız.’

Yavaşça sudan çıkarak etrafını sardılar. Su damlaları çıplak bedenlerinden aşağı kayıyor, bazı damlalar göğüs uçlarında bir an duraksayıp sonra yere düşüyordu. Kum saati gibi mükemmel ölçülere sahiplerdi ve gözlerine baktığınızda herhangi bir sinsilik veya düşmanlık okuyamıyordunuz. Bu kadınların gözlerinden bir anne şefkati akıyordu adeta, takım elbisesini hızla çıkaran elleriyse doğum gününde en çok istediği hediyeyi almış olduğunu bilen bir kız çocuğunun hediye paketini açarkenki heyecanını taşıyordu. Karşı koymak imkansızdı. Üçü de onu paylaşarak, sabırla ve zevkle onunla karanlık havuzun köşesinde birlikte oldular. Kumral olanı konuştu:

‘Hala boşalmadın. Daha önce hiç senin gibi bir erkekle birlikte olmadım. Kendimi… Kendimi çok değerli hissediyorum.’ dedi. Sarışın olan:

‘Lütfen bizimle suya gel.’ dedi. ‘Bizle bir kez de suyun içinde birlikte ol. Sıvılarımız suya karışsın.’

Karşı koymak bir yana, adam bu anın sihrini ortadan kaldıracak tek bir davranıştan çekinerek, Manara’nın üç meleğiyle birlikte suya daldı. Sarışın olanla sırtını havuzun duvarına dayayıp birlikte olmaya başladı. Bu sırada kumral olanı havuzun kenarına oturup uzun bacaklarını onun omuzlarına doladı. Kızıl olan ortalıkta gözükmüyordu. Birden sol ayak bileğinde delici bir acı duydu. O anda kumral olan saçlarına tırnaklarını sapladı ve sarışın olan boynundan derin ve lezzetli bir ısırık aldı. Havuzu boydan boya kaplayan kırmızı renk bu karanlıkta bile seçiliyordu.

Sabahın erken saatinde havuz görevlisi bu vahşice ısırılıp emilmiş vücudu buldu. Üç kadının izi bile yoktu. Görevli havuzun kenarına bırakılmış ceketin cebinden adamın kimliğini çıkardı. Dudakları ses çıkarmadan hareket ederek şu ismi heceledi:Mi-lo Ma-na-ra.

Hiç yorum yok: